Radyo: 90'lık İhtiyar Delikanlı!

Tam doksan yıl önce Sirkeci postanesinden bir ses yankılandı "Alo alo muhterem Samiin, burası İstanbul telsiz telefonu..."

Radyo: 90'lık İhtiyar Delikanlı!

Radyo: 90'lık İhtiyar Delikanlı!

Tam doksan yıl önce Sirkeci postanesinden bir ses yankılandı "Alo alo muhterem Samiin, burası İstanbul telsiz telefonu..."

Aradan geçen onlarca yıl sonra yaş alan o ihtiyar, delikanlı olarak hala karşımızda. Ne geçen zaman, ne de yaşanan dünyalarca sorun aramızda ki bağı koparabildi. Aksine zıpkın gibi, dipçik gibi dimdik hala ayakta duruyor.

TRT Kurumu bu delikanlıyı, bu sene öyle güzel, öyle güzel parlattı ki; Sirkeci Büyük Postane'ye kurulan vericilerin sesini yayan hoparlörler bile bu kadar parlak değildi. Kurumun başında ki Genel Müdür Radyo sevdalısı, dairenin başında ki Başkan da radyo aşığı olunca ekiplerine verdikleri o kocaman sevgi enerjisi dinleyiciden karşılığını buluyor. 4000 bin kmlik bu uzun maraton geceli gündüzlü 90 saatlik dinmeyen bir enerji ile cennet vatanın dört bir köşesine ulaşıldı. Yakınlar uzak edildi. Bu özel günde bu kıymetli işe emek koyan tüm radyocu dostlara, dinleyici sıfatımla canı gönülden teşekkür ederim. Emeklerine sağlık.

Dijitalleşen dünyamızda radyo ölecek diyenler ülkenin dört bir yanında ki bu sevgiyi görse bu kadar rahat konuşabilirler miydi bilmiyorum? Ama şunu çok net biliyorum: Radyo o bildiğiniz radyo! Ne çalışanın ne dinleyenin sevgisi hiç değişmedi. Sanırım değişmeye de pek niyeti yok.

Niye değişecek ki?

Değişmeli mi?

Evet değişmeli! Ama değişen ön yargılardan arınacak düşüncelerimiz. 90 yıl geçmiş dile kolay tam 90 yıl ama biz bugün bile cebinde "Basın Kartı" olup devlet büyüklerimizin programlarına akredite edilemeyen radyocu dostlarımızı konuşuyoruz. Televizyoncu gazeteci akredite ediliyor ama radyocu olmuyor.

Nasıl olmuyor?

Şöyle olmuyor:

Hem "Basın Kartı" sahibi, hem de devlet kurumlarından dumanı üzerinde ödüller almış bir radyocu düşünün diğer medya organlarında da iş yapmasına rağmen radyocu sıfatıyla aldığı Başbakanlık Sarı Basın Kartı ile akredite olamıyor.

"Üzgün" kelimesi bu acıyı tarif etmiyor. Bunu sadece kıymetli meslektaşlarım bilir ve anlar. Gerisine de anlatmaya hacet yok. Söz veren, ilgileneceğiz diyen dostları da takipteyiz. Yapılan yanlıştan dönülmesi için de gayret gösterenleri zamanı geldiğinde de alkışlamasını biliriz elbet.

Hani bir hikâye vardır;

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin durumunu öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en son da kuyumcuya göster. Ama hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne söylediklerini öğrenip bana anlat. Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.

İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır evirir çevirir sonra: "Buna bir tek lira veririm o da bizim çocuk oynasın" der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der" benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm" der.

Son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır sonrasında "Buna kaç lira istiyorsun?" diye öğrenciye sorar. Bizimki "siz ne veriyorsunuz?" der. Kuyumcu heyecanla "Ne istiyorsan veririm" der. Hikâye bu ya öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası iyice karışır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...

Bu özel günde radyonun kıymetini bilip parlatan en üst yöneticisinden en alt kademede ki çalışanına kadar her meslektaşıma derin şükranlarımla

6 Mayıs Radyo Günümüz Kutlu Olsun!

 

Fatih Sinan TÜRKEL

Yorumlar

Yorum Yaz


Yeni Kod Oluştur